tag:blogger.com,1999:blog-16155349782214162142024-03-19T06:19:22.848+03:00BAŞKA ZAMANIN ÇOCUKLARIBAŞKA ZAMANIN ÇOCUKLARIUnknownnoreply@blogger.comBlogger11125tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-47499829867184409132013-04-21T15:54:00.001+03:002013-04-21T15:54:25.590+03:00GERÇEK<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="font-size: small;">Belki idealar dünyasından koparılmış düşünce bulutlarının evrendeki
canlıların beyinlerinde tezahür etmiş hali, belki " n" değişkenli
matematiksel bir kurgunun limit sonsuza giderken evrende oynaşması,
belki de rastgele değişkenlerin quantum ortamlarda birbirlerine bir
bilardo masasında gibi çarparak sonsuz kere yönlerini bulmalarıdır
gerçek.</span><br />
<br />
<span style="font-size: small;">İnsanlık ve dahilinde ben bu sorulara epeydir merak salmışken, gerçek tanımı zihnimde daha da basitleşip berraklaşıyor gittikçe.<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Bilinmezliğin
dünyasında gerçeği ararken, yanıbaşımızda gerçeği aramamamıza neden
olan halusinasyonlarımızın bizi yüzeyselliğin içinde artık mutluluklarla
hapsetmesine izin verdikçe ne kadar karışmış herşey.<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">İçimizde
acılar içinde kıvranırken, acımızın gerçekliğini yadsıyıp, sahte
gülümsemeler, sahte sevişmeler, sahte koşturmalar, sahte terfiler, sahte
mutluluklarla aslında benim bir sorunum yok neden mutsuzum diye
kendimizi sorgularken unutmuşuz gerçeğimizi.<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Gerçekte kimsin? Ve gerçek kendine ne kadar sadıksın?<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Kendi
gerçeğini arayanın önce elini bir arı kovanına daldırması gerekiyor ya,
nasıl ki tecavüzcüler ve seri katiller, ayna nöronları pek
çalışmadığından kurbanlarının acılarını pek anlayamadıkları için aslında
ahlaki değil nörolojik vaka olarak kabul edilebilirler; kendini
bulamayan, kendini ötekileştiren ve gerçeğinden bunca uzaklığıyla
dünyaya kabuğunu sunan bunca insan da yüzeysel, sadakatsiz, bencil
olarak değerlendirilebileceği gibi sadece iki tanımla da sunulabilir;
algıları düşük ve korkak.<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Eğer birşeyin içinde korku varsa, o korku, yerine gelebilecek sevginin yerini almıştır demiş birileri. Korkunun
titreşimi vardır, hayatta kalma konusuyla yüzyüze gelinen bir durumda
gerçektir, aslında bahane olmayan her hali gerçektir, çünkü duygudan
gelir. insan birkaç şeyden gerçekten çok korkar, ölmekten,
belirsizlikten ve yalnızlıktan. bu gerçek korkuların, insanı gerçek
olmayan durumlara sürüklemesi işte acı olan. <span style="font-size: small;">K</span>orkunun içinde kendini
kaybediş, korkunun gerçekliğinin farkına varamamak ve gerçek olmayana
rastgele sürükleniş. sahte kontrol manyaklıkları, ben bilirim halleri,
yakınlaşmalar, uzaklaşmalar, aldanmalar, aldatmalar, yüzeysel sularda
derin batışlar.<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Peki neden maruz kalıyoruz gerçek olmayana? <span style="font-size: small;">B</span>iz
gerçek olmadığımız için mi? <span style="font-size: small;">K</span>endi gerçeğini göremeyenin gerçeğini
hissedebilip yanında kalmayı seçtiğimiz için mi? <span style="font-size: small;">S</span>istem bunu
gerektirdiği için mi? <span style="font-size: small;">R</span>uhumuzun incinmesine rağmen, gerçek olmayanlar
tarafından kabul edilmek için mi? <span style="font-size: small;">K</span>endi gerçeğimize sadık olmadığımız
için mi?<br /> </span><br />
<span style="font-size: small;">Higgs bozonu, fiziksel gerçekliğin üst dünyadan
kelimelerle çekildiğine inanan japon jomon kabilesi, her insanın
nörolojik bağlantılarının davranışlarına direk etkisini aktaran yeni
buluşlar şöyle dursun, gerçeğin yeni bir tanımı var bende. </span><br />
<br />
<span style="font-size: small;"><span style="font-size: small;">G</span>erçek
olanda, titreşim başkadır.</span></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-32991949566120471792012-12-10T19:21:00.002+02:002013-08-17T11:39:08.828+03:00BİR AŞK MASALI<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Bir varmış bir yokmuş diyordu kız adamı her gördüğünde. İkisi de, sonsuz bir çölün kavurucu sıcaklığında tepelenmiş kumların üstüne savrulmuş, birbirlerini görebilecek kadar yakın ama dokunamayacak kadar uzakta bir başlarına duruyorlarmış. Rüzgarın getirdği kum fırtınaları, birbirlerini görünmez kılıyor, fırtına dindiğinde hala oradalar mı diye birbirlerine dönüyorlarmış.<br />
<br />
Kız adama bakmış. Adam, rüzgarın onu uçurduğu tepeden aşağıya inip düz yola çıkmak için uğraşıyor, her defasında ayağı kuma saplanıyor ve sanki tepeden hiçbir zaman inemeyeceği inancını içinde büyüterek öfke ve umutsuzlukla çevresine bakınıyor ve sonra içine dönüyormuş.<br />
<br />
Kız, bir ah geçirmiş, keşke bu kadar debelenmeden yuvarlanabildiğini bir görebilse de yapabilse.<br />
<br />
Çölün kavurucu sıcaklığı, ikisini de bunaltıyor, rüzgarın getirdiği kum fırtınalarına dayanabilmek için harcadıkları çabalarla birbirlerini göremez halde, hayatta ve dimdik kalma savaşı veriyorlarmış.<br />
<br />
Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Farketmemişler.<br />
<br />
Birbirlerine bakmışlar, kum fırtınasından oluşan yanıklarla dolu izlerini görmüşler birbirlerinin. Belki şifa olabilirlermiş birbirlerine, ama önce geçilmesi gereken tümsekleri varmış işte.<br />
<br />
Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Görmemişler.<br />
<br />
Adam, kıza seslenmiş; neden beni bekliyorsun?<br />
<br />
Kız cevap vermek istemiş, beraber gitmek istiyorum seninle diye, verememiş, kelimeler boğazında düğümlenmiş. Gidiyorum demiş. Kendini kumlarına kapatmış. Adam, kızın kapandığını görünce, görünmez olmuş.<br />
<br />
Kumların arasında bir rüya görmüş kız. İkisi de, kendi tümseklerinde debeleniyor, üstüste hatalarla kumların içine daha çok batıyorlarmış.<br />
<br />
O anda anlamış. Aslında karşısında gördüğü adam kendi aynasıymış. Sonra
kendine bakmış, aslında kendisinin de başka tümseğin üstünde olduğunu
farketmiş.Bu kadar ayrıştırdığı, aslında ondan bir parçaymış.<br />
<br />
Yeni bir fırtına gelmiş, bu defa göz yaşlarını beraberinde getirmiş. Göz yaşlarının ıslaklığı, yanıklarına iyi gelmiş. Keşke hep böyle ağlayıp serinleyebilsem demiş.<br />
<br />
Gidemeyeceğini kabullenmiş kendi içinde, orada rahatlamış, tekrar ağlamaya başlamış. Bu defa serinliğin ve kabulun getirdiği mutlulukla kendine sarılmış.<br />
<br />
Adam ona bakmış, neden ağladığını anlamamış. Ağlayan kadın ona yükmüş meğerse. Bunca fırtınanın arasında ağlamaya yer yokmuş. Hem daha önce ağlayan kadınlar da gitmişler sonunda. Bu da gidebilirmiş.<br />
<br />
Hem tümsekten inebilse bile bu kızla gideceğini kim bilirmiş?<br />
<br />
Kızın, kalbi ağrımış. Ağrıları o kadar artmış ki, kendini kendi tümseğine vermiş. Bir şekilde inişin yolu olmalıymış. İnmek çıkmaktan bu kadar kolayken, neden saplanıp kaldıklarıa hayret etmiş. <br />
<br />
Bir sabah uyanmış kız, adam hala debeleniyormuş kumların üzerinde. Kendi tümseğinin azaldığını farketmiş. Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kız, kazlara bakmış, adama seslenmiş, adam duymamış.<br />
<br />
Çaresizlik içinde bakakalmış kız, sırf sevdiği ve gözyaşlarıyla arındığı için tümseğin gittikçe parçalandığını nasıl anlatabilirmiş? Hem bakalım adam, gerçekten o tümsekten inmek istiyor muymuş?<br />
<br />
Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş, kız birden kazların onlara seslenişini duymuş. Kazlar onları çağırıyormuş. Adam duymamış. Tek başına anlamak ne zaman yetmiş ki?<br />
<br />
Adam, kıza bakmış. Kızın yüzünden bir ışık yayılmış. Adam arkasını dönmüş. Kafasını kuma gömmüş.<br />
<br />
Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kalırsa kuruyarak ölecekmiş, kazların götüreceği yolda suya ulaşmak için yola çıkmış. Arkasını dönmüş, göz göze gelemeden bir süre bakmış. Yoluna dönmüş.<br />
<br />
<br />
<br />
Başka bir son..<br />
<br />
<br />
<br />
Adam, kıza bakmış. Kızın yüzünden bir ışık yayılmış. Adam ağlamaya başlamış.<br />
<br />
Adam, ağladıkça, gözyaşları kumları ıslatıyor, kumlar yavaşça eriyormuş. Adam, ağlamış, ağlamış, ağlamış...<br />
<br />
Önlerinde yeni bir yol varmış şimdi, nereye gideceği bilinmez. Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kazlara bakmışlar ve elele onların gittikleri yolu takip etmişler.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Masallar, paralel sonsuzlukların, yaşatılmaya değer kılınan halleriymiş meğer.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-7816915757474790632012-03-16T20:04:00.002+02:002013-08-16T13:44:20.481+03:00Masumiyet<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
Ne zamandır masumiyet üzerine yazacağım, sonunda yine oraya buraya koşturmaktan bitkin eve kapandım, bu konuyu artık ele almanın vakti geldi dedim. Bugün artık bu konuya değiniyorum. Aklımda birşey var mı? Aslında yok. İçimdeki küçük kız ne söylerse onu yazacağım, neler akarsa.<br />
<br />
Nereden çıktı şimdi bu küçük kız? Masumiyet, içimizdeki kırgın çocuğun öfkeyle kararmamış hali bana göre. Hangimizin içinde çocukluğunda tam ve bütün olan, içini dışında hissetme hali olmadı ki? Tüm saflığımızla konuştuğumuz, hakkımızda neler düşünüleceği kaygısı olmadan içimizi döktüğümüz, hayata dair ikiyüzlülükten uzak, değerlerimizi ve vicdanımızı sorgulamak zorunda olmadığımız yıllardan hangimiz geçmedik?<br />
<br />
Büyüdükçe herşey değişiyor işte. Tekrar tekrar söylediğim üzere sistemin ve yanlış öğrenmelerimizin etkisiyle, bize okutulan tatlı masallarla hayatın acı gerçeklerinin arasındaki büyük farkın canımızı acıtmasıyla önce korkmayı öğreniyoruz. Bazılarımızı ailelerimiz korkutuyor önce. Sonra sokaktaki bütün korkmayı öğrenmiş herkesten korkmayı öğreniyoruz. Algılarımızın açık olduğu, tüm sevgi ve masumiyetimizi taşıyan küçük çocuk günden güne parçalanıyor böylece.<br />
<br />
Üniversite zamanında bir süre depresif bir dönem geçirmiştim. Hissettiğim duyguyu aktarmaya çalıştığımda, japon animelerindeki gibi saf saf bakan koca gözlü bir kızın ağzı açık bakakalmış ve ürkmüş bir resmi gözümde canlanmıştı. Sanırım orada hepimizin içinde hala bir çocuk yattığını, her ne kadar büyüdüğümüzü sansak da, o çocukla elele ilerlemeden, o çocuğa sarılmadan sağlıklı ve bütün olamayacağımızı ilk defa farketmiştim.<br />
<br />
Masumiyet, başkaları tarafından çok defa incitilmiş bu çocuğu farkedebilmek, sevebilmek ve sarıp sarmalayabilmek demek bence.Bir çocuğun saflığıyla, merakıyla, hayatın akan bir macera olduğunu anlayabilmek, hala kırlarda koşmaktan utanmamak, o çocuğu yaşarken demir maskelere hapsetmemek demek. Hayattan çok büyük problemler olmadığı sürece hala zevk alabilmenin sırrı da sanırım burada.<br />
<br />
Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabında - Sabahattin Ali ve Carl Gustav Jung'ın tanışmasını gerçekten çook isterdim, bir yazar bu kadar mı iyi insan psikolojisini derin öykülerle harmanlar? - çok güzel bir cümleye denk geldim.<br />
<br />
"İçimizde, bizim "ahlak" tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir "hesabi" tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu."<br />
<br />
Hepimizin içinde aynen bu şekilde hesabi bir taraf var. Zaten iş ilanlarındaki analitik düşünme yeteneği talebi bile bu hesabi tarafı ne kadar desteklememiz gerektiğini anlatıyor bize. Kimse, sezgisel yeteneği gelişmiş duyarlı insanlar aramıyor. Dolayısıyla bu tarafımız gittikçe kapanıyor. Halbuki bi çocukta bu kadar heap kitabı göremezsiniz, çocuk anda yaşar, çocuk neyse odur, çocuk duygularını gönlünce yaşar, sürekli mutlu veya mutsuz olmaya kalkmaz. Aslında pek birşeye kalkışmaz. Anda yaşar ve keyfine bakar.<br />
<br />
Bu kadar hesabın ortasında, değerleri yaşatmak da doğal olarak zor oluyor. Hayattan yeterince sille yemiş ve korkutulmuş çocuk halimiz, varolabilme savaşı adına, içsel olarak yabancılaşıyor, ötekileşiyor ve değerlerini bir yerde bırakarak yoluna devam ediyor. Güle güle masumiyet, hoşgeldin muhasebe uzmanlığı. Sanırım muhasebeyi bu yüzden hiçbir zaman sevemedim.<br />
<br />
Ben her insanın kendine bir gün dur diyerek, içine dönebileceğine ve içindeki çocuğu bir yerlerde tekrar bulabileceğine inanyorum. Tabi o çocuk, biraz kırgın olacak, kızmış, öfkeli, belki de fazlasıyla kararmış. dudak bükecek bize, nerede kaldın diye? Yine de, her çocuk en sonunda sonunda bulunup bir sarılmayı hakeder. Kendini güvende hissetmenin en etkili yollarından biri sarılmaksa, neden içimizde çocuğa sarılmayıp kendimizi güvende hissetmeyelim? Hem belki o güveni hissettikçe, değerlerimize tekrar merhaba diyeceğiz. Hayatımızda korkularımız yüzünden oluşan kendi kendini gerçekleştiren kehanetler belki de böylelikle son bulacak. Benim çocuk, ben yazdıkça gülümsemeye başladı bile, size de göz kırpıyor. Şimdi oyun zamanı!<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-4872883840294113322012-01-16T00:37:00.000+02:002012-01-16T00:47:47.676+02:00Denememeler<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bloğuma gerekli ilgiyi aylardır gösterememe halim, yatağa düşünce son buldu. Evet, daha çok yazmak istiyorum.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Biraz daha evime ve kendime vakit ayırmaya, yaşamımın hızını, yaşadıklarımı ifadeyle dengelemeye ihtiyacım var. Karın yağışını evden izlemeye, kedilerimin yanında olmaya, kitap okumaya, sokaklarda, kurslarda, konserlerde gördüklerimi beynimde harmanlamaya ihtiyacım var. Hayatın her anını dolu dolu geçirme arzumla, yaşadıklarımı hazmetme arasında kısıtla olsa bir süreye ihtiyacım var. Tabi bu benim gibi bir insan için bir günü geçemiyor, işte o bir günü yaratabilmek lazım arada, yoksa bedenin senin için yaratıyor bir güzel. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bu itiraflardan sonra asıl meseleye geçelim. Hazır hayatı dolu dolu yaşamak demişken; hani bir yaş dönemi vardır, herkes evlenmeye ve çocuk yapmaya karar verir, hayatını oturtmaya çalışır ya, benim o dönemim uzun süreli ilişkimi bitirerek o kişiyle evlilikten vazgeçme ve hemen ardından üstüste yaşadığım ölüm vakalarıyla geçti. Bu sıralarda belki bir insanın altmış, yetmiş yaşında düşüneceği şeyleri düşündüm epey. Annem hayretler içerisinde beni izledi, sen çok erken düşünmeye başladın birçok şeyi dedi. Yapacak birşey yoktu, Herkes mersine gidiyordu, bense tersine. Hiç kolay olmadı, çok uzun süre sanki hayat beni başka bir boyuttan geçirmiş de, ben o yerde asılı kalmışım, hayat da gözümün önünden gelip geçiyormuş gibi hissettim. Eskiden oynadığım adventure oyunlarının içindeydim, ilerleyebilmek için birşey bulmam gerekiyordu, ama o şeyi bir türlü bulamıyordum. Geçtiğim sokaklar, gördüğüm insanlar, hepsi birer oyunun içinde yer alan karakterler, doğru bir cümleyi sarfedince, veya doğru bir yere gidince bana bir ihtimal anahtarı uzatacak olanlardı. Yalnız gerçekten de aramaya inanmak gerekiyor, ben bu sayede birçok anahtar buldum, bugünkü beni yaratan, geçmişin tozlarını üstümden atan, bana kim olduğumu ve nereye ait olduğumu gösteren, özümle tanıştıran kişiler ve olaylarla yeniden şekillendim.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Herkes mersindeyken ve benim kendimi koyacak bir yerim yokken, her zor yolun insanda yaktığı bir ışık misali, aramanın bir kayıp olmadığını farkettim. Kayıp bir zamanın peşinden koşmanın ne kadar anlamsız olduğunu, hayatın her yönüyle denemeye değer olduğunu kendime tekrarlayıp durdum. Peki hayatı olduğu haliyle denememin önündeki engeller neydi? Öncelikle iç engellerim vardı, alışkanlıklarım, kendimle ilgili tanımlarım, en önemlisi denemek ve arkasından yanılmakla ilgili korkularım vardı. Dış engeller, değiştiremeyeceğim faktörlerden oluşuyordu ama iç engellerimi kırabilirdim. Bunun da tek yolu hayat sahnesine çıkmak ve orada rezil olmaktan korkmamakmış, bunu anladım. İnsan, sahne korkusunun üzerine gittikçe, sahnede daha rahat ediyor. Başarısızlık korkusunu kabullenince, kaygılarından uzaklaşabiliyor, bu da kendini olduğu haliyle sevmekten geçiyor. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Çevremde kendisi için kötü konuşan, kendine aptal, boş, yetersiz diyen insanlara bakıyorum. Muhtemelen bu lafların altında derin bir mükemmeliyetçilik, kendinin bile farketmediği iç duvarlar var. Her konuda iyi olmayabiliriz, bunu bile kabul edebilmek insana derin bir rahatlama getiriyor. İşte o zaman, içimizde kaybettiğimiz çocuk yeniden ortaya çıkıyor. O saf, kaybetmekten korkmadan kendini oyunun içine atan çocuk tekrar oyun oynamaya başlıyor. Ego çözülüyor, öz ortaya çıkıyor. İnsan, kendini yargılamayı bıraktıkça, özündeki utanç ve suçluluk duygularından da arınıyor.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Geçtiğimiz günlerde, bir iş adamı elli yaşında dans öğrenmeye başlamış, gazeteciler merakla adamın orta yaş krizinde olup olmadığını öğrenmeye çalışıyorlar. Adamın cevabı çok basit; Öğrenmek istedim, başladım. Seçimlerimizi yaparken, başkalarının korku ve yargılarını üzerimize yapıştırdığımızda denememeler hali başlıyor. Ben buna eksik yaşamlar diyorum, o kadar eksik yaşıyoruz ve yaşatılıyoruz ki, sonunda yetmiş seksen yaşımıza geldiğimizde, geçmişe dönüp baktığımızda, neyi yaşamak istediğimizi, neyi gerçekten yaşadığımızı, neyi yaşayamadığımızı hesaplarken mutlu mu olacağız, yapamasak bile en azından denediğimizi mi söyleyeceğiz yoksa hiç deneyemediğimizi mi? İşte bence hayatı buna göre yaşamak gerekiyor. Yaşlandığımızda, vicdanımız temizse ve gerçekten denediğimizi biliyorsak, mutlu bir hayat yaşamışız demek.</span><br />
<br /></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-72575619769366658392011-10-22T00:07:00.001+03:002011-10-22T00:31:53.841+03:00Kırılganlığın gücü<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bu başlık bana ait değil, geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın önerisiyle TED'de izlediğim bir videonun başlığı. Her ne kadar birçok insanın kendi hayatında deneyimleyerek öğrendiği olguların, hayatında hiç büyük travmaya maruz kalmadığı belli insanlar tarafından araştırılmasından, paketlenerek satılmasından ve bu paketlerin diğer farkındasız insanlar tarafından ayakta alkışlanmasından sıkılmış olsam da, sunum güzelce ve net olarak ifade edilmiş. En iyi yanı ise, bana iki haftadır yazmak için aradığım konu başlığını vermesi oldu.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şu son iki haftada hastanelerde çok yoğun zamanlar geçirdim. Bedensel engelli kardeşimin hasta olduğunu farketmemiz ve hastaneye gidince durumun ölümcül acil olduğunu anlamamızla başlayan hastane sürecinde, hem bizim görece şanslı hikayemiz hem de orada bulunan diğer ölümcül acil durumdaki hastalar ve yakınlarıyla geçen günler bende doğal olarak gündelik yaşamdan kopukluk hali yarattı. Kaybetme korkusunun, çaresizliğin acı nefesini bu kadar yakınında hissetmek sahiden zor. Daha önce bunu kaç kere deneyimlemiş olursanız olun, ki evet daha önce benzer hikayeler yaşadım, herhalde vicdan ve sevgi sahibi hiçbir insanın ne kadar denese de alışamayacağı kavramlar bunlar.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Annemlerin, kızım sen artık bugün hastaneye gelme dediği bir günün akşamında, arkadaşlarımdan birinin evine gittim. Evde ailelerin tanışacak olmasının heyecanı, gün boyu yapılmış temizliğin yorgunluğu ve ocakta pişen yemeklerin güzel kokusu vardı. Eve girdiğimde, yaşadığım zor günlerden sonra içten bir sarılma bekledim, ama o sırada kafalar bende olamayacak kadar meşguldu. Ruhum gelgit modlarda olduğu için, bir an yine yabancılaştım ve suratım ister istemez düştü. Suratım düşünce arkadaşımdan bir uyarı aldım, istersen yüzünü topla biraz diye. Kendince haklıydı, o gün onun günüydü. Kirletmeye hakkım yoktu. Yine de epey bozuldum duyduğum lafa, ama misafir geldiği yere önemli bir günde arıza çıkaran insan olmak istemeyeceğim için sustum. Biraz sonra gelen başka bir misafir benim enerjimi yükseltti ve tekrar gülümsemeye başladım. Aslında evden gidecekken, gitmekten vazgeçtim ve o gece hastanede olan annem ve kardeşimi kafamın bir köşesinde saklayarak yedim, içtim, muhabbet ettim. Performansım bence iyiydi, arkadaşımı suratımı düşürerek utandırmadım, ortamı bozmadım, üstüne keyfime baktım.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şimdi bunları neden anlattım? Çünkü TED'de izlediğim videonun konusu tam da bu aslında. Ana rahmine düştüğümüz andan itibaren annemizle kurduğumuz bağlantıdan başlayarak, sevgi ve aidiyet hislerine muhtaç yaratıklar olarak varolmaya başlıyoruz. Doğduğumuz zaman, anne ve babamızın ürünü olarak, onların bizim için kurdukları hayalleri yerine getirmek üzere yetiştirilmeye başlıyoruz. Genelde anne babalar, çocuklarına kendi yüklerini bıraktıklarını farkına varmadan, mükemmeliyetçi bakış açılarıyla, ürünlerini istedikleri gibi yetiştirip, hasat almaya bakarlar. Eğitim tarzı, artık işe yaramadığı iyice belli olan ödül ve ceza sistemidir. Sonra okulda bu sistem devam eder. İş hayatına girdiğinde, performans değerlendirme sistemleri yine ödül ve cezaya bağlıdır. Patronun istediği prototip olabilmek için, gelişime açık yanlarını irdeleyip durursun.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bu çarpık sistem sayesinde daha doğuştan itibaren, ait olabilmek ve sevilebilmek, yeterli görülebilmek için belirli bir seviyede, belirli bir durumda olmaya çalışıyoruz, aslında en doğal hakkımız sevgiyken, bunu elde edebilmek için mücadele etmeye başlıyoruz. Çünkü asla koşulsuz olarak sevmiyor bizi sistem, sevilmenin belirli koşulları var. Doğal olarak biz kendimizi sevmeyerek büyümeye başlıyoruz. İçimizde var olan yetersizlik duygularının değersizliğe dönüşmesini acıyla izliyoruz. Daha çok utanıyoruz, daha çok korkuyoruz. Sonra bu acıdan kaçmaya başlıyoruz. Ne de olsa bu acıyla yaşayamayız. Bize hiçbir zaman acılarımızla yüzleşmemiz, herşeye rağmen kendimizi sevmemiz ve kabullenmemiz öğretilmiyor. İnsanlığın tarihinden beri süregelmiş utanç duygusunun içine binbir kavramı yerleştirip anlamını genişletiyoruz. Böylece sürekli utanç, korku ve bu duygulardan kaçış kısır döngüsü halinde yaşamaya devam ediyoruz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">En yakınlarımızın dahi bizi koşullu kabul ettiği bir ortamda, kendimizi sadece biz olduğumuz için kabul edebilmek çok zor. Herşeye rağmen kendimizi sevebilmek, kendimize ait olabilmek için, önce kendimizden ve başkalarının bizden yüksek beklentilerini bir kenara koymak ve durum neyse onu kabullenebilmek gerekiyor. O akşam gittiğim yemekte, suratımı toplamam uyarısı yerine şefkatli bir dokunuş veya anlayışlı bir bakış bana yeter de artardı. Böylece ben olduğum gibi kabullenildiğimi bilir ve yine gülümsemeye başlardım.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Acaba kendi içimizdeki utanç ve korkularımızdan saklanmaya çalışırken başkalarını ne kadar yargılıyoruz? İnsanlığın içinden çıkamadığı kördüğüm, egosundan sıyrılamadığı için kendini başkalarına yansıtmasıdır. İnanın bu çözülseydi, şu an başka bir dünyada yaşıyor olurduk. Bu sayede bu kadar gücün peşinden koşmaz, konumumuz veya sahip olduklarımız sayesinde kabullenileceğimizi sanmazdık. Çevremizdekilerin kabul ettiklerinin sahici biz olmadığını gizliden gizliye bildiğimiz için her gün depresyondan depresyona koşmazdık. Kendi hayatlarımızı başkalarınınkiyle kıyaslamaz, hayatı bitiş çizgisine ulaşılması gereken bir at yarışı gibi algılamayı bırakıp, sevmeye başlardık. Atları da yarıştırmazdık, horozları da dövüştürmezdik, kendi açmazlarımızın acısını doğadan çıkarmazdık.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Ne kadar kusurluysanız, o kadar değerlisiniz. Ne kadar zayıflıklarınızı anlıyorsanız, o kadar hayatınızın bir anlamı var. Ne kadar acıyla yüzleşiyorsanız, o kadar mutlusunuz. Ne kadar başkalarını da rağmen ve hesapsızca sevebiliyorsanız, o kadar içtensiniz. Ne kadar ait olmayı hakkettiğinizi düşünüyorsanız, o kadar özgürsünüz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bedensel engelli kardeşime gelince, o şimdi gayet iyi, sorununun nedeni de bulundu. Engelli olduğu için hiç hayıflanmayın, hiç çok zor demeyin, çünkü bunu diyerek sadece kendi algınızdan bakarsınız. Onun gözlerindeki yaşam sevincini, erdemini ve iç huzurunu ben sokakta dolaşan çok az insanda görmüşümdür. Her insan her haliyle güzeldir, yeter ki biz yargılamadan ve korkmadan kabullenmesini bilelim.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">TED'deki videoyu izlemek isteyenler için buyrun link;</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<a href="http://www.ted.com/talks/lang/eng/brene_brown_on_vulnerability.html"><span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">http://www.ted.com/talks/lang/eng/brene_brown_on_vulnerability.html</span></a></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-36301311396807032842011-10-09T21:29:00.000+03:002011-10-22T00:31:34.684+03:00Toplumsal cinnete doğru<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Son zamanlarda artan kadın cinayetleri, bu olayların gazete manşetlerinde, iddia edildiği üzere konuya dikkat çekmek üzere sansürsüz fotoğraflarla topluma iletilmesi epey gündem konusu haline geldi.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">İnsana dair her tür olay psikolojiyle bağlantılandırılabilir. Bireyin, ailenin, toplumun güdülenmesi bazı psikolojik kurallara bağlı. Bir insan zihin haritasında nasıl benzer yoldan ilerlediğinde benzer sonuçları alıyorsa, toplumsal olaylarda da benzer yollar benzer sonuçlara varıyor. Bu yollar ne kadar yanlış ve ne kadar derinse, maalesef sonuçlar da o kadar acı verici oluyor.</span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">İnsana sunulan her tür görsel bilgi reklamcıların kullandığı şekilde, insanın o bilgiyi almasını ve içselleştirmesini sağlar.</span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Buyology kitabının yazarı Martin Lindstrom, yıllarca yapılan nörolojik araştırmaların sonucunda, büyük markaların neden tüketiciler tarafından seçildiğini anlamaya yönelik çıkarımlar yapmış, bilinçaltının reklam olarak sunulan görsel öğelerle duygu bağı kurarak, markayı içselleştirdiğini anlatmış. Bir örnekle, sigara paketlerinin üzerindeki resimler de dahil olmak üzere her tür tersine sloganın, tüketiciyi uzaklaştırmaktan çok, sigaranın tehditlerini doğallaştırmaya yaradığını ve sigara tüketicilerinin ekmeğine yağ sürdüğünü belirtmiş.</span></div>
<div style="margin-bottom: 13.5pt; margin-left: 0cm; margin-right: 0cm; margin-top: 0cm;">
<span class="Apple-style-span" style="background-color: #fce5cd; font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><span style="background-attachment: initial; background-clip: initial; background-image: initial; background-origin: initial; color: black; font-size: large;"><br /></span></span></div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"></span><br />
<div class="MsoNormal">
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">İknanın psikolojisi kitabının yazarı sosyal psikolog, Robert Cialdini ise, toplumsal kanıt ilkesini öne<span class="Apple-style-span" style="line-height: 27px;"> </span>sürerek, bir insanın diğerleri tarafından
yapılan şeyleri kendisine referans aldığını ve davranışlarını buna göre
belirlediğini söylemiş. Bir örnekle, iki restorandan birini yemek yemek için
tercih edecekseniz, otomatik olarak daha kalabalık olanı tercih edersiniz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Yine aynı kitapta, kendimize benzettiğimiz insanların davranışlarını da
bilinçaltımızda model aldığımız belirtilmiş. bana benziyorsa ben de yaparım
ilkesiyle, insanların kendilerine psikolojik olarak yakınlık duydukları
insanların davranışlarını model aldığı çok ilginç bir araştırmayla tespit
edilmiş. A.B.D 'de ilk sayfada yayınlanan bir intihar haberinin ardından o
bölgede iki ay içinde normalden fazla intihar vakasına rastlanmış. Ek olarak,
gazetelerde verilen kaza ve cinayetlerle ilgili olayların, bölgesel kaza ve
cinayet olaylarını arttırdığı, bu tür haberlere yer vermeyen gazetelerin olduğu
bölgelerde ise vakalarda artışa rastlanmadığı gözlenmiş.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şimdi aşağıdaki resme bakalım.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><a href="http://www.milliyet.com.tr/content/galeri/tamsayfa/50yil/default.asp?id=14" target="_blank" title="http://www.milliyet.com.tr/content/galeri/tamsayfa/50yil/default.asp?id=14">http://www.milliyet.com.tr/...50yil/default.asp?id=14</a></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bu fotoğraf, 1968 yılında bir Vietkong'lunun öldürülmesini ele alan
"ödüllü" bir fotoğraf. Son 50 yılın en iyileri içinde de yerini
alıyor. Bu fotoğrafa bir saat sonra bir daha bakın, adamın yüzünde gördüğünüz
korku ve çaresizliği içselleştirdiğinizi farkedeceksiniz. eğer hala geçmediyse,
siz de aşırı hassas bir insansınız geçmiş olsun,
ömrünüzü her tür gazete haberi, resim ve filmlerden kaçarak geçiriyorsunuz
demektir. Neyseki yalnız değilsiniz, merak etmeyin. Eğer etkisi biraz olsun
geçtiyse, o zaman aşırı hassas olmayan insana ait doğal süreci yaşıyorsunuz ve
görsel öğrenmeyle konuyu içselleştiriyorsunuz.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Bir arkadaşımın arkadaşı Somali'ye fotoğraf çekmeye gitmiş, dönüşte neler
gördün diye sormuşlar. hep o fotoğraflarda gördüğümüz karnı şişik, başında
sinekli çocuklar vardı işte demiş, geçmiş.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şimdi bu bilgiler ışığında, hem bu tür manşetler, hem şiddet içeren her türlü
film, porno,
resim sizce insan beyninde nasıl çalışıyor olabilir? Herkese tavsiyem, en azından gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini okurken
dikkatli olmaları.</span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;"><br /></span><br />
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Sevgili medyaya tavsiyem şu olur; bir haber yaparken bilgi edinin. Bir cana dikkat çekerken, başka canları yakabilirsiniz.</span></div>
<span class="Apple-style-span" style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">
</span><br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
</div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-10111239054912212732011-09-24T21:08:00.001+03:002011-10-09T22:10:57.146+03:00Hayat değiştirmek<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Algılarımızı değiştirmekle başlıyor hayatı değiştirmek. Hep mezun olduğumuz, evlendiğimiz, ayrıldığımız, çocuk yaptığımız, işe girdiğimiz, taşındığımız zaman hayatımızın değiştiğini düşünüyoruz. Evet, dışarıda mutlaka birşeyler değişiyor bu eylemleri gerçekleştirdiğimizde. Hayatımıza yeni insanlar, yeni hikayeler, yeni yollar giriyor. Bir yandan gittiğimiz her yere kendimizi de götürüyoruz. Değiştirdiğimiz her ortamı yine kendimize benzetiyoruz. Benzer eylemleri gerçekleştirip benzer sonuçları elde ediyoruz. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Peki, oturduğun yerde hayat değiştirmek mümkün mü. Evet, mümkün. Mesela sigarayı bıraktığımızda mutlaka hayatımız değişiyor. Eskiden evimizde dumanaltı, çalgılı, sözlü ortamlar yaratırken, evde sigara içmeyi yasakladığımız an, kimse gelmez oluyor. Kendi sağlığımız adına bir karar verirken, bunun yarattığı bütün sosyal ortamlardan vazgeçmek zorunda kalıyoruz. Sağlığımızın bedeli yalnızlık olabiliyor, çünkü bugüne kadar en çok vaktimizi sigara içenlerle geçirmişiz. Ben de sigarayı bırakmayı daha önce denedim, ama o dönemki sigara tiryakisi erkek arkadaşımdan vazgeçemediğim için geri döndüm. Gerçekten belirli kararları aldıktan sonra bunu taşımak kolay değil, çünkü bıraktığımız sadece sigara değil, alıştığın sosyal ortamları bırakıyoruz. Burada yalnızlık korkularımız devreye giriyor. Kurduğumuz düzenin yerine yenisini kurmak, kabullenilme isteğimiz, yalnızlık korkularımız gibi farketmeden tiryakisi olduğumuz pekçok şeyi farkedip bırakmak gerekiyor. Bütün bunları az biraz da olsa depreşmeden yapmak zaten mümkün değil. Mümkün olan, bu depresif dönemden sonra, kendimiz için en doğru kararı aldığını bilerek kendimizi motive etmeye devam etmek. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Hayat değişikliği için kesinlikle motivasyon önemli. Yapacağımız değişiklikle ilgili aldığımız kararların sadece bizi ilgilendirdiğini, her kim olursa olsun başkalarının söyleyeceği herhangi bir aksi yorum sayesinde kararımızdan vazgeçersek bunun bedelini onun değil bizim ödeyeceğimizi hatırlarsak daha kolay oluyor herşey. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Geçtğimiz günlerde yaşadığım bir olayla, son onbeş yılımı, neredeyse hayatımın yarısını yeniden sorgulamak durumunda kaldım. Hayat böyle birşey zaten, bir seviye atladığınızda, geçmişe dönüp eski kendinizi tekrar tekrar inceleyip sonuçta da pek beğenmezsiniz. Bu süreci geçtikten sonra, eski benin yalnız olmaktan ne kadar kaçtığını, yalnız kalmamak adına başkalarını fazlasıyla kabullenmek zorunda olduğunu, yer yer mizacıma ters olayların içinde kaldığımı farkettim. Bunu sadece ben mi yapıyorum? Tabi ki hayır, benim çevremdeki herkes yapıyor. Bununla yüzleşebilmek için sağlam tokat yemek gerekiyor galiba bazen. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şu aralar, dönüşüm evresinden geçiyorum, normal şartlarda dönüşüm evrelerinde sevdiklerinizin yanında olması iyi gelir. Benim zor zamanlarımda yanımda niyeyse kimse olmaz. Herkes ya çok yoğundur ya orada değildir ya da kendi derdindedir. Ben hep inzivaya çekilip, sonra kendimi toparlayıp, insanlığa çıktıktan sonra insanlar yanımda olmuşlardır. </span><br />
<span style="font-family: Times; font-size: large;"></span><span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /> </span><span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Şimdi burada önemli olan konu şu, eski ben olsam, kızardım, bozulurdum için için. Sonra yalnızlıktan kaçmak adına telefon rehberimi karıştırır ve gerekli gereksiz birçok ortama girerdim. Şimdi bunu yapmıyorum ve belki de gerçekten ilk defa bundan mutsuz değilim. Hatta gayet huzurluyum. Cuma veya cumartesi olduğu için kendimi dışarı çıkmak zorunda hissetmiyorum. En yakınımı bir kere arasam bile, ikinci kere aramıyorum, çünkü ulaşmak zorunda olduğum kadar ulaşılmak zorunda olduğumu artık davranış bazında kendime hatırlatmam gerekiyor. Hep kendime söylediğim bugüne kadar yaptıklarının tam tersini yap mottosunu uygulayabildiğimi görüp seviniyorum.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Denge, hayatın merkezi. Hayat garip bir biçimde dengeyi sağlaman için bazı yolları kapatıp başka yollar açıyor. Eğer uyarıları doğru alırsan, sarkaç yavaş yavaş geliyor dengeye. </span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Teslimiyet yine başka bir merkez. Yıllarca ne olduğunu düşünüp durdum. Sanırım içinde olduğun anı olduğun gibi kabul etmekten geçiyor. Tabi ki bu kolay değil, büyük sağlık ve para problemlerinde teslimiyeti yaşamak çok zor. Ben yine şanslı sayıyorum kendimi, nispeten ufak olaylarla bu kavramları anlamaya çalıştığım için.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Eğer hayatta çok şanslı olursan, güçlü olmayı öğrenmene gerek kalmıyor. Teslimiyet, denge, iç güç gibi kavramların yanından bile geçmiyorsun. Öğrenmek gerekiyor mu? Bence şanslıysan, hayır. Ben dini öğretilerde söylendiği gibi bu dünyada işkence çekerek aydınlanma olayına inanmıyorum. Bence bu gibi öğretiler, dünyadaki adaletsizliğin güç odaklarınca devam ettirilebilmesi için oluşturulmuş hikayelerden ibaret. Benim kafamdaki tanrı, beni adam etmeye çalışan bir baba değil, çok daha ötesi, doğal varoluşun kendisi ve tıpkı doğa gibi nötr.</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif; font-size: large;">Neyse, hayata dönecek olursak, hayat değiştirmek bal gibi de oturduğun yerden oluyormuş. Sadece paradigmalarını değiştirmekten ibaretmiş. Kendinle ilgili algılarını değiştirmek, yaşama başka gözlüklerle bakmakmış ve tabi ki bunu davranış düzeyinde uygulayabilmekmiş. Bu yazı da algılarını değiştirmek isteyen herkese gitsin:)</span><br />
<span style="font-family: Times, 'Times New Roman', serif;"><br /><span style="font-size: large;"></span></span><br />
<span style="font-size: large;"></span></div>
Unknownnoreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-58694569677368417522011-09-18T01:16:00.001+03:002013-08-17T11:35:38.631+03:00Frida & Leia<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhT6TMWTgIYIEInpg_dokM72fbDd6UDmL77yh613qHplpu-Cv0BgezSO59QfmurkXHuSycLKWxM_gNO4fhDCdRjTHMjkOEePfMdm1TunMt4UEGzmOpyw4cyAPecg_ZM62h_31n51Z0ZUHo/s1600/photo%25281%2529.JPG" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhT6TMWTgIYIEInpg_dokM72fbDd6UDmL77yh613qHplpu-Cv0BgezSO59QfmurkXHuSycLKWxM_gNO4fhDCdRjTHMjkOEePfMdm1TunMt4UEGzmOpyw4cyAPecg_ZM62h_31n51Z0ZUHo/s320/photo%25281%2529.JPG" width="239" /></a><span style="font-size: large;">Bundan yedi yıl önce hayatımda büyük değişiklikler yapma zamanında, evimdeki kediyi Ankara'ya bıraktıktan sonra, bir daha kedi beslememek konusunda kesin karar vermiştim. Hayatımda daha fazla gereksiz sorumluluk ve tüy istemiyordum. Taa ki Frida ile tanışana kadar. Frida ile, Frida arkadaşlarımdan birini bulup onun evine yerleşince tanıştık. Bugüne kadar gördüğüm en tüylü kediydi. Arkadaşım, kedi alerjisine rağmen büyük bir sevgiyle baktığı Frida'ya, hamileliği nedeniyle veda etmek zorunda kalınca, kedi almamaya yeminler etmiş ben, Frida'yı evime aldım. Sevince oluyormuş işte. Hayat öyle birşey ki, bir daha kedi almak konusunda bile kesin karar vermemek lazım.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Kedilerin her birinin, insanlar gibi farklı karakterlere sahip olduğunu keşfedeli epey oldu. Frida, üzerinde kalpler taşıyan bir sevgi kelebeği, bir yandan da asil bir kadın hem de ayağına getiren cinslerden. Kadın işvesi konusunda insanın kedisinden ders alması ilginç görünebilir ama işte her canlıdan öğrenecek birşey var. İletişim ve sevecenlik konusunda birçok insana taş çıkarır. Evde hasta olduğum bir gün, ağrıdan ağlamaya başladığımda göz yaşlarımı yalayıp beni gülümsettiği sabahı ömrümün sonuna kadar unutamayacağım herhalde.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Her ne kadar, Frida insanlarla iyi iletişim kurmasını bilen bir varlık olsa da, dışarılarda fazlasıyla takılan benim gibi bir sosyal kelebeği bütün gün evde beklediğini, yalnızlıkla dolu günler geçirdiğini bilmem nedeniyle, ona arkadaş almayı düşünmeye başlamışken, gittiğim flamenko kursunun studyosunda barınan ve bir süre sonra sokağa bırakılacak, Frida'ya benzeyen yavru bir kediyi görünce, ikinci bir kediyi eve alma zamanının geldiğini anladım.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Leia'nın eve geldiği ilk akşam benim için tam bir kabustu. Annesinden yeni ayrılmış iki aylık bir yavru ve evde kendisinden başka bir hayvana tahammül edecek gibi görünmeyen hırçın bir Frida'yı teskin edebilmek için sabaha kadar uyumadım. O gece gerçekten doğru bir karar verip vermediğimi tekrar sorguladım. Forumlarda iki kedi sahiplerinin kötü hikayelerini okuyup panik yaptım. Internette bir konuda araştırma yaptığınızda, niyeyse bütün kötü örnekleri bulursunuz. Sonra, neyseki bu deneyimi yaşamış birkaç arkadaşımla konuşarak rahatladım.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Leia'nın eve gelişiyle, Frida'nın da benim de hayatımız değişti. Leia, çocukluğunun verdiği merak ve haylazlıkla, Frida'nın alanlarını hiç sallamayarak, birkaç gün içinde evi ele geçirdi. Frida'nın, Leia'ya zarar vermemek için sinirlendiği anlarda, homurdanarak uzaklaştığına defalarca şahit oldum. Şimdilerde hala devam eden, geceleri yatak odasında kim yatacak kavgası ve her sabah beş itibariyle beni de uyandırarak devam eden oyun dolu kovalamacalar haricinde gayet mutlu mesut yaşamaya başladık. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Leia'nın eve gelişiyle, çocuk yetiştirme konusunda, bir takım ön bilgilere de sahip olmaya başladım. Bir kere gerçekten, ilk çocuğun nasıl yetiştiği önemli, çünkü ikinci çocuk onu rol model alıyor. Frida sayesinde, zaten iyi huylu olan Leia da, sevgi kedisi olma yolunda ilerliyor. Tabi ki, Frida'nın yemeği, kabı, kumu da, Leia'nın kullanım alanı haline geliyor. Frida, bunu çok sevmese de, kabullenme erdemini gösterebiliyor. Bambaşka ailelerden gelmiş bu hayvanların, birbiriyle ve hatta beraber yaşadıkları insanla özdeşleşme süreci beni gerçekten şaşırtıyor. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Ben de bu süreçte epey hassaslaştım, eğer birini seviyorsam, sonra gidip hemen diğerini de seviyorum. Eğer birinin tabağına yemek koyuyorsam, diğerini de tazeliyorum. Yeter ki, ikisi de kendisini dışlanmış hissetmesin. Onlara değer verdiğimi hissettiklerini biliyorum. Bu sayede güvenli ve enerji dolu oluyorlar. Frida, artık bütün gün oyun oynamak için beni beklemiyor, çünkü Leia ile bütün gün ben yokken koşturmuş oluyor. Bazen Leia'ya trip atıyor gibi görünse de, aslında trip attığı kişi benim, çünkü onu hala el üstünde tutmam konusunda bana gözdağı veriyor. Leia, ondan çok küçük olduğu için onu anaç duygularla sahipleniyor ve Leia'nın canının yandığını düşünürse soluğu onun yanında almasından anlıyorum ki, onu epey kolluyor. Ben de bazen, bu evde en kedi benim, benim dediğimi dinleyeceksiniz diye söylensem de nafile olduğunu biliyorum. Eninde sonunda kendi bildiklerini okuyorlar. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br />
</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Birlikte varolabildiğimiz sürece, her anımızın keyfini çıkarmak çok önemli benim için. Bu, beraber olamadığımız günlerde, en azından o günleri güzel yaşadık diyebilmemi sağlayacak. Hayvanlardan öğrenebileceğimiz en önemli şey, anda olmayı öğrenebilmek. Sevgiyle, şefkatle, gereksiz yükleri geride bırakarak ve geleceği dert etmeyerek, anın keyfini çıkarak yaşamayı öğretiyorlar bize. Tabi ki, görünürde bizden daha basit yaşamları var, ama özellikle sokaklarda yaşayan hayvanların, insanların dünyasında, hem de onlardan zarar görerek yaşadıkları bir ortamda, hayatlarının daha kolay olduğunu düşünmüyorum. Ev hayvanları da, kendi habitatlarının dışında, belki zarar görmekten uzak ama yalnız ve kapalı ortamlarda yaşıyorlar. Beslediğimiz hayvanlara kendilerini iyi hissettirmemizin vicdani görevimiz olduğunu düşünüyorum. Biraz şefkat ve dokunuşla, dünyanın en mutlu varlıkları haline gelebiliyorlar, bu bile onların erdemini anlamamız için yeterli. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<br /></div>
<br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-41860278743788285352011-09-12T21:57:00.002+03:002011-09-12T21:58:01.059+03:00Varolmak ve olamamak, bütün olay bu..<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Hepimiz ana rahmine düştüğümüz an itibariyle varoluşa adım atıyoruz. Varoluş dediğin, koskoca yer, daha nasıl bir yer olduğunu tam olarak anlayamadık bile. Elimizde zamanın ötesinde düşünmeyi bilen birkaç fizikçinin teorileri, binlerce yıllık hikayeleri barındıran kutsal kitaplar, mitler ve dünyanın dört bir yanına yayılmış çeşitli varoluşla ilgili inanışlar var. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<br /></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Bunca belirsizlik ve pek de kimseyi tatmin etmeyen, doğaya ve canlılara zarar verme pahasına kendini ayakta tutmaya çalışan bir sistem içinde insanlığın kendini var etmeye çalışmasını izlemek national geographic wild izlemekten pek de farklı değil aslında. İnsanlık, ekolojik sistemin baş yokedicisi olarak hem kendiyle hem birbiriyle bir varoluş savaşı veriyor.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<br /></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"> Seçemediğin aile ve ülke içinde doğup, bu aile ve ülkenin kalıplarıyla yetişip, inanç sistemlerini bu verilere göre oluşturup, kendini gerçekten o kişi sanıyor, büyük bir varoluşsal illüzyonun içine giriyorsun. Portekiz'de doğan bir çocukla Hindistan'da doğan bir çocuk yer değiştirseler, bambaşka algılara sahip bireyler olarak yetişecekleri aklına gelmiyor. Varoluşunu, kalıplara göre oturtuyorsun, sonra da bu kalıpları benimseyip, kendini o sanmaya başlıyorsun.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Sonra okula gidiyorsun, işe giriyorsun, evleniyorsun, çoluk çocuğa karışıyorsun, her dönemi belirli yaş aralıklarında yapmak için debeleniyorsun, çünkü fizyolojik kısıtlar bir yana, sistemin olağan kabul ettiği durumlar var.Yaşlanmaktan korkuyorsun, çünkü sistem tarafından sunulan standart hayallerin, belirli yaş aralıklarında gerçekleştirilmesi lazım. Yoksa adam olamamış, evde kalmış, tutunamamış, kaybetmiş olarak adlandırılıyorsun. Tamamen sanal bu kısıtlar yüzünden, yoruluyor, yıpranıyor, sağlığını kaybediyor, acı çekiyor ve yalnızlaşıyorsun. Varoluşunun değeri, diğerlerinin onayına bağlı kalıyor. Toplumdan geçer not alınca seviniyorsun, yoksa onaylanmak için daha çok debelenip, kendini hırpalıyorsun.</span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<span style="font-size: large;"><span style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">Kendini, varoluşunu olduğun gibi kabul edememen bir yandan çok doğal, çünkü önünde bunu yapabilen çok fazla insan örneği yok. Ne tarafa dönsen, hayallerini, güvenlik adına bırakmış birçok insanla karşılaşıyorsun. Korkuyorsun ve korkutuluyorsun. Ruhu asla tatmin olamamış, bunu daha çok para ve daha çok konumsal güçle kapamaya çalışan pek çok insan görüyorsun. Gittikçe özünden uzaklaşsan da, çevrendekilerin parana ve konumuna verdiği değerden dolayı, sadece bu şekilde varolabileceğini düşünüyor, ve bunları kaybedersen senin koca bir hiç olduğunu düşünecekleri için, elindekileri umutsuzca tutmaya çalışıyorsun. Bazen bir şirketteki üst düzey bir yöneticisin, bazen de şöhret sayesinde kendini kaybetmiş bir sanatçı. Eğer iyi, güzel, başarılı, yani tam senden beklendiği gibi biriysen, alkışlarla yaşıyorsun. Yoksa, bir köşene çekiliyor ve unutulmuş olmanın hüznünü yaşıyorsun. Ne de olsa düşenin dostu olmadığını öğretiyor sistem sana. </span></span><div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<br /></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">Kendini gerçekleştirebilmek, sadece standartlara uymak değil, bütün bunlar olmadan da özünün varolduğunu bilmek bence. Erdemliliği ve önyargısızlığı kazanmak, herşeye rağmen kendini onaylamayı ve sevmeyi bilmek. Kaybetmekten korkmayanların sayısı artsaydı, tutunamayanların kitlesi değişir, arkalarından kral çıplak diye bağırılmasından korkan yöneticiler gerçek kaybeden olurdu. Gerçekten kaybeden olmayı göze alınca insan, kazanmaya başlıyor. Onaylanma ve sevilme merakını bırakınca özgürleşiyorsun. Objelere tutunmayı bırakınca, eylemin anlam kazanıyor. Yalnız kazanılmıyor tabi ki bu savaş, seni anlayan iki dost bile yeterli oluyor. Bir ailen varsa ve seni destekliyorsa da, oh ne ala. </span></div>
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<span style="font-size: large;"><span style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">Varolmak her haliyle güzel, kaybetmek pahasına denemeyi istemek daha da güzel. Yeter ki şu sorunun cevabını ver; Gerçekte kimsin?</span></span><br />
<br /></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-87421342972440598542011-09-10T19:16:00.001+03:002013-08-15T21:30:52.282+03:00İnanmak<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on">
<div style="font-family: Times,"Times New Roman",serif;">
<span style="font-size: large;">İ</span><span style="font-size: large;">nanmak, pozitif ruh sağlığı için her insana gerekli bir kavram. İnsanlığın oluşumundan beri, insanın anlamlandıramadığı, tanımlayamadığı olgulardan başlayarak, kutsal kitaplarda anlatılan hikayelerle devam eden büyük bir tarihçeyi içinde taşıyan inanç, öyle veya böyle hepimizin hayatının bir parçası. Tanrıya inanmayı bir kenara bıraksak dahi, sevmeye inanmayı, aramaya inanmayı, herşeyin düzeleceğine inanmayı, güzel sürprizlerle karşılaşacağımıza inanmayı, adalete inanmayı bir kenara bırakmak mümkün değil. İnanç, kendi içinde beklentiler içeriyor. İyi bir insan olursak, başımıza iyi şeyler gelmesini bekliyoruz, adaletin yerini bulmasını istiyoruz, kötü giden zamanların yerini güzel günlerle değiştirmesini bekliyoruz.<br />
<br />
İnancımız adına verdiğimiz savaşların, Tanrıya yakarışlarımızın, adaletin tecelli etmesi için verdiğimiz uğraşların sonunda üzerimize bir yorgunluk çöktüğünde, elimizde hala umutlarımızdan başka pek bir şey yoksa, inancın yerini içimizi kemiren bir şüphe ister istemez alıyor. Hem inancımızı sorguladığımız için kendimizi suçlu hissederken, hem de yapı taşlarımızdan biri kırılırken ne yapacağız?<br />
<br />
Ben bunun cevabını içsel güçte buldum. Kendimizden başka birşeye inanamasak bile, kendimize olan inancımızı kaybetmemek asıl mesele. Peki kendimize inanmak nedir? Dönüşümümüze inanmaktır. Eğer işler istediğimiz gibi gitmiyorsa, salt inanç maalesef yeterli olmuyor. Bu noktada, kendimizde doğru gitmeyen noktaları keşfetmek, güven ve değerle ilgili eksikliklerimizi tamamlamak gerekli. Eğer sürekli olarak istemediğimiz bir durumun içindeysek, biraz akıllı düşünmek ve bu akıl doğrultusunda eyleme geçmekten başka çaremiz yok. Yani kendimizi davranış boyutunda değiştireceğiz ki, yaşadığımız olayları tekrarlamayalım. Cenderelerden çıkmanın tek yolu dönüşüm.<br />
<br />
Peki, depremler, savaşlar gibi milyonların çaresizce maruz kaldığı olaylar ne olacak? Adalet ve sevgiye olan hasretimizle, Tanrının ne kadar da duyarsız olduğunu düşündüğümüz anlar ne olacak? Sanırım, tek yapabileceğimiz değiştiremeyeceğimiz konuları istemeye istemeye kabullenmek ve eğer hala bu dünyada olmak istiyorsak -ki bence dünyanın çok güzel bir gezegen olması bile yaşamak için yeterli bir neden- bir insanı, bir çocuğu, bir hayvanı, bir yaşlıyı severek içimizdeki masumiyete ve sevgiye ulaşmanın yollarını aramak en güzeli. Madem bütünü kurtaramıyoruz, en azından kendimizi, ruhumuzu sağlıklı tutalım, böylece dünyanın da bir parçasını güzelleştirmiş oluruz.</span></div>
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-1615534978221416214.post-24861738518662100932011-09-10T12:10:00.002+03:002011-09-12T22:13:17.686+03:00Başka Zamanın Çocukları<div dir="ltr" style="text-align: left;" trbidi="on"><span style="font-family: webdings; font-size: large;"><span style="font-family: "Helvetica Neue",Arial,Helvetica,sans-serif;">Başka zamanın çocukları, üniversite yıllarında, ileride yazacağım kitabın ismi olarak belirmişti kafamda. O yıllarda tanıştığım, halen bir kısmı en yakın halkamda bulunan birçok insanın hayatını yazmak istediğim için bu ismi seçmiştim.</span> </span><span class="st"><span style="font-family: webdings; font-size: 130%;"><span style="font-family: "Helvetica Neue",Arial,Helvetica,sans-serif; font-size: large;">Ingvar Ambjornsen'in Beyaz Zenciler kitabının başucu kitabım oldugu zamanlardı bunlar. Kitabı bilmeyenler için, 1968 kuşağının beat kuşağı hippi yaşamından kesitlerle, sisteme tutunmayı seçmeyenlerin yaşamini anlatan, bol sorgulama içeren ve derinliğiyle birçok insanın içini yansıtan bir kitaptir Beyaz Zenciler. Aklım düsünmeye erdiğinden beri, olan biten herseyi sorgulamayi seçmis bendenize fazlasıyla hitap eden bir kitap olmuştur hep.<br />
<br />
Sonra ikinci başucu kitabım, Kurtlarla Koşan Kadinlar oldu. Jung psikolojisiyle, dünya masallarını harmanlayarak, kadının dünyadaki serüveninin anlaşılmasını sağlayan Clarissa Estes adında bir psikanalist tarafından kaleme alınmış, bence her kadının mutlaka okuması gereken bir şaheser. Öyle bir kitap ki, hayatınızda yaşadığınız deneyimlerden sonra mutlaka bilinçaltınızdan bir yerlerden, yazarın verdiği hikaye ve mesajlar beyninizde çınlamaya başlıyor.<br />
<br />
Bu kadar kitap reklamından sonra, benden bahsedecek olursam, birkaç yıldır sözlüklerde yazıyor olmanın da etkisiyle, blog açmayı vakit ayıramayacağım endişesiyle ertelemişken, bu aralar ertelediğim herşeyi yapma kararıyla, bir blog açma vaktinin de geldiğini farkettim. Böylece Başka Zamanın Çocukları ortaya çıktı. Kırk yıl öncesinin çiçek çocuk ruhu sanki bana el vermiş gibi, insanları, hayvanları, dünyayı ve paylaşmayı hep sevdim. Bunun hakkını da yerine getirmeye çalıştım. Ne de olsa sevmek kelimesi sadece lafta kalınca, tüm anlamını boşluğa bırakıyor. Dans etmek, hayatım boyunca tutkum oldu. Yazmak beynin kendini ifadesiyse, dans etmek de ruhun kendini ifadesi oldu benim için. Yaşadıklarımdan en çok ne öğrendim derseniz, şu dünyada insanın kendi ruhuna yakın insanlarla paylaştığı güzel anlardan, anladığını ve anlaşıldığını hissetmekten, sevgiyle sarılmaktan ve tabi ki edebiyat ve sanattan daha ötesi yok şu dünyada. Bu benim hayat algım. Ne de olsa herkes sistem tarafindan kendisine sunulanı gerçek sansa da, aslında herşey epey göreceli.<br />
<br />
Bu blogda herşey yer alabilir, konsept sınırlaması yapmak istemiyorum. Kavramlar üzerine denemeler yazmayı sevdiğim için, muhtemelen en çok denemeler yazacağım, Hakkımdaki bilgiler, hayata ve olaylara dair algım, deneyimlerim zamanla gün ışığına çıkacak. Bakalım başka neler olacak, deneyimleyip göreceğim, hayatta herşeyde olduğu gibi...<br />
</span><br />
</span></span></div>Unknownnoreply@blogger.com0