10 Aralık 2012 Pazartesi

BİR AŞK MASALI

Bir varmış bir yokmuş diyordu kız adamı her gördüğünde. İkisi de, sonsuz bir çölün kavurucu sıcaklığında tepelenmiş kumların üstüne savrulmuş, birbirlerini görebilecek kadar yakın ama dokunamayacak kadar uzakta bir başlarına duruyorlarmış. Rüzgarın getirdği kum fırtınaları, birbirlerini görünmez kılıyor, fırtına dindiğinde hala oradalar mı diye birbirlerine dönüyorlarmış.

Kız adama bakmış. Adam, rüzgarın onu uçurduğu tepeden aşağıya inip düz yola çıkmak için uğraşıyor, her defasında ayağı kuma saplanıyor ve sanki tepeden hiçbir zaman inemeyeceği inancını içinde büyüterek öfke ve umutsuzlukla çevresine bakınıyor ve sonra içine dönüyormuş.

Kız, bir ah geçirmiş, keşke bu kadar debelenmeden yuvarlanabildiğini bir görebilse de yapabilse.

Çölün kavurucu sıcaklığı, ikisini de bunaltıyor, rüzgarın getirdiği kum fırtınalarına dayanabilmek için harcadıkları çabalarla birbirlerini göremez halde, hayatta ve dimdik kalma savaşı veriyorlarmış.

Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Farketmemişler.

Birbirlerine bakmışlar, kum fırtınasından oluşan yanıklarla dolu izlerini görmüşler birbirlerinin. Belki şifa olabilirlermiş birbirlerine, ama önce geçilmesi gereken tümsekleri varmış işte.

Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Görmemişler.

Adam, kıza seslenmiş; neden beni bekliyorsun?

Kız cevap vermek istemiş, beraber gitmek istiyorum seninle diye, verememiş, kelimeler boğazında düğümlenmiş. Gidiyorum demiş. Kendini kumlarına kapatmış. Adam, kızın kapandığını görünce, görünmez olmuş.

Kumların arasında bir rüya görmüş kız. İkisi de, kendi tümseklerinde debeleniyor, üstüste hatalarla kumların içine daha çok batıyorlarmış.

O anda anlamış. Aslında karşısında gördüğü adam kendi aynasıymış. Sonra kendine bakmış, aslında kendisinin de başka tümseğin üstünde olduğunu farketmiş.Bu kadar ayrıştırdığı, aslında ondan bir parçaymış.

Yeni bir fırtına gelmiş, bu defa göz yaşlarını beraberinde getirmiş. Göz yaşlarının ıslaklığı, yanıklarına iyi gelmiş. Keşke hep böyle ağlayıp serinleyebilsem demiş.

Gidemeyeceğini kabullenmiş kendi içinde, orada rahatlamış, tekrar ağlamaya başlamış. Bu defa serinliğin ve kabulun getirdiği mutlulukla kendine sarılmış.

Adam ona bakmış, neden ağladığını anlamamış. Ağlayan kadın ona yükmüş meğerse. Bunca fırtınanın arasında ağlamaya yer yokmuş.  Hem daha önce ağlayan kadınlar da gitmişler sonunda. Bu da gidebilirmiş.

Hem tümsekten inebilse bile bu kızla gideceğini kim bilirmiş?

Kızın, kalbi ağrımış. Ağrıları o kadar artmış ki, kendini kendi tümseğine vermiş. Bir şekilde inişin yolu olmalıymış. İnmek çıkmaktan bu kadar kolayken, neden saplanıp kaldıklarıa hayret etmiş.

Bir sabah uyanmış kız, adam hala debeleniyormuş kumların üzerinde. Kendi tümseğinin azaldığını farketmiş. Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kız, kazlara bakmış, adama seslenmiş, adam duymamış.

Çaresizlik içinde bakakalmış kız, sırf sevdiği  ve gözyaşlarıyla arındığı için tümseğin gittikçe parçalandığını nasıl anlatabilirmiş? Hem bakalım adam, gerçekten o tümsekten inmek istiyor muymuş?

Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş, kız birden kazların onlara seslenişini duymuş. Kazlar onları çağırıyormuş. Adam duymamış. Tek başına anlamak ne zaman yetmiş ki?

Adam, kıza bakmış. Kızın yüzünden bir ışık yayılmış. Adam arkasını dönmüş. Kafasını kuma gömmüş.

Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kalırsa kuruyarak ölecekmiş, kazların götüreceği yolda suya ulaşmak için yola çıkmış. Arkasını dönmüş, göz göze gelemeden bir süre bakmış. Yoluna dönmüş.



Başka bir son..



Adam, kıza bakmış. Kızın yüzünden bir ışık yayılmış. Adam ağlamaya başlamış.

Adam, ağladıkça, gözyaşları kumları ıslatıyor, kumlar yavaşça eriyormuş. Adam, ağlamış, ağlamış, ağlamış...

Önlerinde yeni bir yol varmış şimdi, nereye gideceği bilinmez. Üstlerinden bir kaz sürüsü geçmiş. Kazlara bakmışlar ve elele onların gittikleri yolu takip etmişler.




Masallar, paralel sonsuzlukların, yaşatılmaya değer kılınan halleriymiş meğer.